Allahım, Nasıl Dayanılmaz Bir acıdır Bu… Dayandığım…

cankocatas

04.11.2015 16;15
birinci sınıfa gidiyordun

Güzel oğlum benim

Niyeyse son zamanlarda, 2015 yılının başından itibaren eve geldiğinde vaktimizi geçirdiğimiz küçük odaya oradaki yatağa değil de hemencecik benim odama, benim yatağıma doğru koşar, pat diye atlar, uzanırdın. Bunun nedeninin evinde çizgi filmleri seyrettiğin kanalları gösteren tele dünyaya yalnızca benim odamdaki televizyonun bağlı olması olduğunun ayrımındaydım.

Belki büyüdüğünden küçük odadaki fi tarihinden kalma küçük tüplü 46 ekran yalnızca TRT çocuk kanalını gösteren kablolu yayına bağlı Vestel televizyonda çizgi film seyretmek zevk vermediğinden ya da odamdaki her şeyi sana göre düzenlediğimden içeri girer girmez eğer bana gösterecek bir şey getirmemişsen ki bu çoğu zaman tabletin, bazen oyuncakların, masal kitabın olurdu, sırtındaki lacivert küçük çantanı sepete atar- okula başladıktan sonra babanın işi olduğunda seni servisten aldığım günlerde, bu defa da o sepette üsteki resimde yaptığın gibi okul çantanı bırakırdın- ki o çanta küçük olmasına rağmen ne çok şey alırdı poşetlere konmuş en az iki atletin, en az iki külot, çorap, suluğun, bazen annenin koyduğu meyve, okumamı istediğin masal kitabın …kitapların.

Geçenlerde Bildiriciler markete ortada bir sepette üst üste atılmış sen daha çokk küçükken okuduğum masal kitaplarını gördüm; tek tek baktım sana okuduğum, annenin ya da benim aldığım mini masallar serisinden Japon Balığı Şıp, Şıp , peş peşe en az üç kere okuttuğun Timbo ile Zimbo , Acı Biber Çat Çat ki buna bayılırdın cat çatın soğana söylediklerine kızardın “ayıp de mi Gülsen” “Minik Fil Filo”, Küçük Poni , Yaramaz Zıpzıp resimlerini çektim, niye çektim bilmiyorum. Zaten bu aralar ne yapsam nedenini bilmiyorum.

Sana bakmak için evinize geldiğimiz dönemlerde; uyku vakti genellikle 13 ya da 12,30 civarıydı ki o kadar da geç uykuya dalardın ki, uyutmayı başardığımda saat 14 olurdu.İşte “haydi şimdi masal okuyup, uyuma zamanı ” derken ben 3,5, 4 yaşındayken sen önde ben arkanda “ayağının kayıp” düşmenden çok korkardım merdivenle yukarı katta annenin yatak odasına çıkardık. Ama çoğu zaman seni kucağımda taşırdım üst katta.

Nadiren uyuduktan sonra seni odandaki yatağına götürmüşümdür. Odanda masal kitaplarını koyduğumuz küçük bir dolaptan ya da annenin odasındaki komodinin üzerinde bulduğumuz masal kitaplarını yatağın üzerine atar ve arasından “gözlerini kapat birini seç” ya da hangisini okuyayım diyerek birini seçmeni istediğimde heyecanla bağırırdın “bunu, bunu”.

Eğer gözlerini kapatarak seçmeni istemişsem oyuna meraklı sen bunu da oyunun parçası sayar ama istediğin masalı seçmek için de tek elinle gözlerini kapatırken parmaklarının arasından da bir açıklık bıraktığını görünce “güzel kapa haydi bakalım iki eline ” derdim ben ve sen çok merak ederdin “bakayım hangisini seçmişim”le bakardın kapağına , okumamdan önce içindeki resimlere bakardın, okuyunca o sayfayı bazen geçme der tekrar bakardın resimlere. Ben her yeğenime yaptığım gibi spiker edası ve ses tonunda ki bu arada sen yanıma uzanmış olurdun sen yanıma uzanırdın, üst üste koyduğum yastıklara sırtlarımızı dayar, ben okudukça sen resimlerden takip ederdin bazen “dur bakacam” der bazen ben sayfayı çevirmişsem sayfayı tekrar çevirir “daha bakamadım” derdin.

Ben işte o spiker edasıyla vurgu ve tonlamalara da dikkat ederek ve çocukların ya da hayvanların dediklerini küçük bir çocuk konuşmasına benzeterek okurdum. Sen ilk öyle okumaya başladığımda belki içinden “yahu teyzem kafayı mı yedi ne diye “ şaşkınlıkla bakmış ama sonra “öyle oku” demiştin.

Neye yanıyorum biliyor musun o şaşkınlık dolu ifaden var ya şimdi tarif ve tasvir et deseler edemeyeceğim şaşkınlık dolu yüz ifadeni neden kameraya almadım, neden fotoğrafını çekmedim diye hayıflanıyorum.

Ahhhh güzel oğlum bir bilseydin ne çok şeye hayıflanıyorum, ne çokkkk.. Sonra diyorum ki “ Gülsen , günlük yaşamın koşuşturmasında aklına gelir miydi ki Can’ı böyle aniden kaybedeceğin de keşke kameraya alsaydım diyorsun hem hangi şeyi kameraya alacak, hangi şeyi fotoğraflayacaktın” hani bir şeyi…2555 günün her anını kameraya alabilir miydin ?

Senin çok sevdiğin masallardan biri de şimdi adını hatırlamadığım dikine değil yatsı yazıları ve sayfayı kaplayan resimlerin yanında bazen üzerine yazılmış masal kitabıydı; küçük bir ördek ya da kaz yavrusunun okula başlamasını anlatıyordu. Hani annesi okulda kendini kötü hissetmesin, ben senin yanındayım bunu bil diye tüyünü o görmeden çocuğunun çantasına yerleştirip öyle yolcu ediyordu ilk okula başlayınca onu.


26.11.2015 11;15 afacanlık yine

Ben de çok sevdiğin hatta o kadar sevmiştin ki yılbaşı hediyesi olarak annene yorgan almasını söylemiştim o da tamam al demiş bende Madam Coco’dan alıp bizim evde saklamış, yılbaşı akşamı sana verince de sevincini gören diğer aile üyelerinin şaşkınlığına gülmüştüm. Benim kaz tüyü yorganımdan düşen ki sen onları avucuna alır üflerdin havaya doğru sonra yere düşüşünü keyifle seyrederdin.

Bize komşu geldiğinde adını şimdi hatırlamıyorum ya mor çiçekler ya da mor bahçeydi ama kesinlikle Mor’du başı sonra da Tevfik Fikret anaokuluna başlayıncaya kadar gittiğin minik ikizler kreşi işte minik ikizlere giderken kaç kere sormuştun “benim kreşimin adı ne ” ve ben o kadar çok demiştim ki minik ikizler diye kendi kendime de “Can niye bu kadar unutkan, isimleri aklında tutamıyor acaba bir vitamin mi eksik” diye düşünmüştüm. İşte ben kreşe giderken pantolonun cebine koymuştum beyaz kuş tüyünü. Ama tabii ki sen görmemiştin ki ben seni alınca kreşten “cebine hiç bakmadın mı” diye soruncaya kadar.

Nasıl da keyifli günlerdi onlar. Kıymetini bilemediğimiz. Bir kere ölüm bulaşmaya görsün hayatınıza…ölümün acısı dağladı mı yüreğinizi ve bir eve düşmeye görsün o her şeyi yakacak ateş; ölüm uğradığı yer neresiyse orayı dağıtacak… çöküşü, yıkılışı da yanında getirecektir; illa ki.

İşte baban “home ofis” olarak evinizi kullanmaya başladığı için artık çok sevdiğin “iki evin var senin ” dediğimiz evine gelmeye başladığında kapıdan girer girmez göstereceklerini gösterir “bak getirdim, bak tabletim şarja koydum” bazen de uyarırdın “tabletimi şarja koyma babam öyle dedi” der demez koşar uzanırdın önceleri küçük oda da ki anneannenin yatağına hayatını kaybetmeden önceki yıldan başlayarak benim çift kişilik geniş yatağıma. Bende yanına uzanırdım eğer kış değilse. Kışın önce yeşil montunu çıkarırdım hemen süveterini giydirir, gelmeden illaki doğalgazı bir tık daha yükseltirdim.


uzun kuyruk Marsupilami Marsular

Bayılırdın uzun kuyruk Marsupilami Masular’a “kuyruğuna bak şimdi saracak onları kuyruğuyla.” İzlediğin her çizgi filmi oynamak istedin. Ya ben Tom ya da Jerry, ya da sen Tom ya da Jerry olurdun. Hala kullandığım artık yeşili solmuş uzun atkıyla ayaklarını bağlatırdın “çok sıkı daha sıkı, daha sıkı” derdin, canını acıtmamak için gevşek bağlayacağımı düşündüğünden…ben de sen uyardığında sıkı bağladığımı düşün diye bir kez daha bağlar, peynir çalmak için hızla mutfağa, buzdolabına koşardım.

Çünkü sen Tom bende onu bağlayan fare Jerry’dim ve sen bağlarından kurtulup beni yakalamadan önce peyniri alıp dokunulmazlık sağlayan yuvama yatağımın üstüne atmalıydım kendimi bir an önce. Sende fare Jerry olmayı Tom’u sinirlendirmeyi, onun tuzaklarından kurtulup peyniri çalmayı severdin. Bazen sen cidden buzdolabındaki tabaktan peyniri alır yiyerek ve gülerek koşardın yuvana. Sadece Tom ve Jerry mi? Scooby doo, Kaptan Tsubasa, Pink Panter, Canım kardeşim…, onlarca çizgi film vardı severek izlediğin.

Ve tabii ki Öcükle, Böcük de vardı ve onlara kırıntı cezası veren Margaret. Migros’tan galeta unu ve de senin içtiğin çorbalara koymak için aldığım kızarmış kare şeklindeki ekmek parçacıklarını “Öcükle, Böcüğün kırıntıları bunlar ” diyerek ağzı açık büyük kavanozda baharatların koyduğum yerde saklardım. Aman Öcükle Böcük bitirmeden yetişelim diye bir koşu mutfağa koşar kavanozu yerinden alır cam masanın üzerine koyar hapur, hupur yerdik. Hep bulundururdum o kırıntıları; o kırıntıları üzerine koyduğum domates, mercimek, yoğurt çorbalarını da severek içerdin yavrum benim.

öcükle , böcük ve margaret

Büyüdükçe çizgi film tercihlerin de değişmişti. Pepe’yi çok seven biri değildin ama Canım kardeşim Müge, Mineyi izlemeyi severdin. Baba Galip’in şaklabanlıklarına gülerdin ” bak bak” derdin seyrederken “şimdi Galip gelecek ne yapacak bak çok komik.” Bilirdin ne yapacağını çünkü sabah akşam tekrarı olan yeni bölümü de galiba iki günde bir yayınlanan çizgi film olduğundan neredeyse her bölümü ezbere bilirdin. Bir gün mutfakta yemek yerken “Galip bir lokmayı en az 20 kere, çok çiğnemek gerek diyor çok değil mi” demiş bende “doğru söylüyor çok çiğnemek gerek”le desteklemiştim Galip’i. Sonra ağzına attığın ekmeği çiğnerken sen , ben saymıştım” … “offf dişerim yoruldu valla, çok zor çiğnemek” demiştin Sen. Bugünlerde senin sesini duyuyorum ne zaman sofraya otursam “en az yirmi kez çiğnemek …..lazım”….

Mine ve Müge sayesinde dişçiden korkmamayı öğrendin zira bir bölümde dişi ağrıyan ama dişçiden korkan Mine dişçiye gitmek zorunda kalmış ve dişçinin korkulacak bir şey olmadığını görmüştü. Sabahki bölümlerini seyrederdik seninle genelde elimde omlet, peynir kahvaltılık ya da meyve olurdu sana yedirirken birlikte seyrederdik. Sıkıldın büyünce Canım Kardeşimden çağırdığımda bazen “dur geleceğim, bal kız ( keloğlan ) ne yapacak bakayım” dediğin Keloğlandan. Artık TRT çocuk dışındaki başka kanallardaki başka filmler favorin olmuştu.

Ben “Can haydi… gel yemek hazır” diye seslendiğimde cevap alamayınca elimde bez mutfaktan yanına gelirdim bakardım ki “Arı Maya” yı izliyorsun o zamanlar Arı Maya saat tam 13.00 de başlardı. Sana bakardım pür dikkat izliyor olurdun ve ben “Can yine mi tekrar dün seyrettin ya haydi derdim” ama tabii ki sen kırk yılda bir gelirdin benimle mutfağa “bunu seyredeceğim burada yiyeyim “ diyen seni kıramaz yanına getirirdim yemeğini. Ve bende kraliçe arının arı maya ve arkadaşı uykucu Will’i o çayır senin bu çayır benim gezerken; ben sana çorba içirme, yumurta, makarna ya da pilav yedirme derdinde yarım yamalak izlerdim koca bir yaprağın üzerinde bacak bacak üstüne atmış Will’iyi.

Bir arı yüzünden… bir arı yüzünden babanın araba kazasını yaptığını ve senin öyle hayatını kaybettiğini söylediler Can. Düşünsene Can, bir arı yüzünden ölmüşsün sen… kaç kez baharda arıların peşinden koşturduğumuz geldi aklıma kaç kez, “bak arı maya ve arkadaşı Will”i diyerek koştuk arıların, beyaz ve de renkli mavi kelebeklerin peşinden. Hiç korkmazdın sen arılardan, ne oldu yavrum ne oldu da korktun? Ya da senin koktuğunu söyleyenler nasılsa Can yok “öyle dersek” kim yalanlar ki bizi diye mi düşündüler.

Güzel oğlum benim o arabada ne olduğunu sadece üçünüz biliyorsunuz sadece üçünüz ve doğruyu anlatacak sen yoksun şimdi, sen yoksun. Hatırladın mı bir keresinde bizim evin yanındaki İsmet Camuzoğlu parkında “bak bak mavi kelebek can ne kadar güzel değil mi” diyerek ardına düştüğümüz kelebeği ertesi gün yakalamak için gittiğimiz parkta yakaladığımız beyaz bir kelebeği kavanoza koymuş kapağını kapatmış ama hemen azat etmiştik ölmesin diye. Hep doğayı çok sev istedim, hep… Hanımeli demiştim kuaför Hüseyin’in ordan koparıp eline vermiştim “ne güzel kokuyor” “hanımeli adı, parfüm yapalım mı”. Hanımelini böyle kırmızı kuş üzümü gibi olan çiçekleri alır taşla ezerdin bankın üzerinde “bak parfüm yaptım”. Parfüm yapmayı severdin yaşasaydın belki çok farklı çok beğenilen parfümlerin yaratıcısı olacaktın yavrum benim.

24.08.2015 11;15 alışveriş çantamız

Sonraları büyüdükçe DVD’de seyrettiğin çizgi filmler ki evinize geldiğimde televizyon altındaki DVD’leri çıkarır “akşam bunu seyrettik, bunu seyredelim, bak ben bunu çok seviyorum” diye gösterirdin. Bir keresinde kreşten alınca heyecanla bugün “sokakların kralı Romeo”yu seyrettik demiştin inanamayarak. Çünkü en sevdiğin filmlerdendi onu kreşte seyretmek sana inanılmaz gelmişti. Oyun haline getirip “Romeo”yu oynamayı da severdin. Romeo olurdun, yağmur yağar hava çok soğuktur ve sen odamın kapısının önünde bir köpek gibi dillin dışarda boynu bükük dururdun bende hareket görmeyince “haydi kapıyı aç içeri al ” der sonra arkadaşını da al içeri diye uyarırdın.

“Buz devri”, “Kayıp Nemo” ve televizyondakiler Köstebekgiller, Örümcek adam, Taz-mania, sevdiği için senin de yemek istediğin annenle birlikte hazırladığımız lazanya tutkunu Garfield, babaannenin kurabiye yapmak içim mutfağa girdiği bölümlere bayılan, Taz-mai nin şaklabanlıklarına gülen –nasıl da güzel gülerdin o gülüşü duymadım bir daha hiç kimseden- bilgisayarımda seyrettiğimiz Looney Tunes, Esrarengiz Kasaba ve de her defasında ismini yanlış söylediğimden belki de içinden ne kadar aptal bu bir türlü ezberleyemedi dediğin Fineas ve Förb. Öyle değil derdin kızarak öyle söylenmez, onun adı “……..” yavrum hala doğru söyleyemiyorum Fineas ve Förb.

Bir şeker bayramında annen izinli sana bakacak biri var diye içim rahat kuzeninle Dubrovnik’e gidecektim, balkan turu, ne getireyim diye sordum hep “ördek “derdin ki bir ara ara bulamadığımdan Paris’te, free shop’ta, sana istediğin ördekleri almadan eli boş dönmemek için İstanbul’da o kadar çok aramıştım ki nihayet Mahmut paşada bulmuştum bir anne üç tane küçük ördek yavrusunu ve onu sana verdiğimde nasıl sevinmiş ben hemen küçük bir leğene su koymuş yüzdürmüştük ördekleri. Yine ördek diye beklerken “meşe palamudu” demez misin? Buz devrindeki sincap ardına düştüğü palamut. Seninle Atakule’de seyretmiştik buz devri filmini, o zaman yakalayamayınca sincap palamudu senin keyifli gülüşün…

Döneceğiz artık Adriyatik denizine bakan güzel bir otelde ben sana meşe palamudu bulmakla meşguldüm, hiç bir şeyden memnun olmayan kuzenin odada mesajlaşırken arkadaşlarıyla. Allahtan mevsim sonbahar seninle Lozan Parkta yeni kurulan üst taraftaki aletlerin orada aşağıdaki resimde görüleceği gibi sarıldığın o meşe ağacının palamudunu ne çok topladık yavrum. Onları kabuklarından ayırmak nasıl da zevkliydi.

Ve benim niye Fineas ve Förb gibi sevdiğini aklım almadığından bunu mu izleyeceksin dediğim “Doraemon”Ve yıllarca hiç seyretmediğim ama 2016 ortalarına doğru baktım ayıla bayıla izliyorsun” sen eskiden bunu sevmezdin”, “eeeee şimdi seviyolum “ dediğin Rafadan Tayfa.

Yatağa uzanır uzanmaz eline kumandayı alır 166 yazardın çünkü 166’dan başlardı çocuk kanalları. Önce hiç seyretmediğin Baby TV, TRT çocuk, Disney Channel, Minika Çocuk, Planet çocuk, Kidz Anımez, Cartoon eğer kumanda benim elimdeyse kanal değiştirdikçe “ burada mı kalsın“ ya da “bu mu” diye sorardım, sense illaki elin ya ağzında, ayaklarını çevirir yana sağa sola yatarken “geç, geç “ ya da “dur “ derdin.

Aştan meşkten de anlar olmuştun, bir keresinde iki köpek biri dişi biri erkek, dişi olanın çok güzel gözleri vardı kur yapan bir çizgi filmi seyrederken şimdi adını hatırlayamadım “içim bir hoş oluyor” demiştin ellerini karnında tutarak.

İşte o gün gördüğüm masal kitapları bana seni anımsattı. Sanki kitapları sepette karıştırırken yine yanımdaydın da “bunu alalım mı Güşen” diyordun. Ölümünden bu yana nereye gitsem hep yanımdasın yavru, benimlesin ciğerparem.

Dükkânın arka kısmına Çocuk kitaplarının konulduğunu bildiğin Öğretmenler Kırtasiyeye masal kitabı almak için gittiğimizde kenara çekilir senin seçmeni beklerdim. Sen aheste aheste bakardın ellerdin ev ben “haydi Can karar ver derdim”. Oradan aldığımız kapağında kız ve kucağında bir koyun tutan erkek çocuğun olduğu“ Can ve Arkadaşları” kaç kez okuduk kim bilir, kaç kez? Adı Can’dı ya, bir de her sayfada resim salyangoz yazmak yerine salyangoz resmi, en çok sevdiğin kitaplardan biriydi. İlk sayfadaki şiiri bile okutuyordun bana.

28.12.2015 13;10

Seni kaybettikten sonra babamın odasındaki bütün yeğenlerime ait çocukluklarında yazdıkları masal, yaptıkları resimleri koyduğum dolaba kaldırmışım meğer “Can ve Arkadaşları” kitabını. Görünce ağlarken ben sendin bağıran “Gülşen haydi haydi, haydi gel oku” .Sanki sen hep yanımdasın. Şu satırları yazarken yaşadığın günlerdeki gibi sanki ben kendime koltuğu çekmişim sen de bilgisayar koltuğunda oturmuşsun da ben yazıyorum sende resim yapıyorsun, bir şeyler yazmaya çalışıyor “bak” diyorsun, ben yaptığın resmin üzerine yine tarih atıyorum “bu neyi anlatıyor, ne yaptın bakayım” diyorum ” bu koca bir canavar, uzay canavarı “ diyorsun sen. Ben tarihi ve ne olduğunu yazıyorum sen de aşağıdaki resimde görülen masanın yanındaki komodinin alt çekmecesine koyuyorsun yaptığın resmi zira senin yaptığın her şeyi orada saklıyoruz.

07.08.2015 18;31

Yeni bir resme başlıyorsun, biraz sonra sıkılacaksın biliyorum aşağıdaki ses kaydında görüleceği üzere öyle bir hayal dünyan vardı ki o halay dünyanda yarattığın ve beni de içine almaya çalıştığın kendi keşfin olacak oyunları “Haydi artık oyun oynayalım” dediğinde oynayacaktık. Dediğin şekilde davranmadığımda, kollarını göğsünde birleştirir yatağın zerine oturur kızar ağlardın “yanlış yaptın, bilmiyorsun işte” ben senin hayal dünyanda o anda ne ürettiğini, ne düşündüğünü bilemezdim ki.. bunun içinde boşuna ağlama yavrum önce oyunu ve benim ne yapacağımı bir anlat derdim. Gözyaşlarını siler oyuna başlardık hemen Eğer mevsim yazsa “hava serinledi Park’a gidelim” , yaz olmasa bile “dışarıya parka ” gidelim diye tutturacaksın biliyorum.

Ahhhh yavrum, ahhhh o parklar… o yollar yok mu? Şimdi sensiz tek başıma yürümek zorunda bırakıldığım o yollarda, “goool” çığlıklarınla şenlenmiş o parklarda arıyorum seni ben. Lozan Parkta giderken Macaristan elçiliğini döndüğümde bir baksam ki sen karşımdasın !!! Bir keresinde 2016 yılında olduğu gibi babanla BİM’in ordan ya da Lozan Parkta karşıma çıkacaksın sanıyorum. Mayıs 2016’ydı saat beş gibi yürüyüşe Lozan’a gitmiştim sen okuldaydın içimden şimdi Can’ı görsem, Can gelse buraya diye düşünürken aaaa baktım sen tam da yürüyüş halısının üzerinde. Sen de, ben de kalakaldık ve hemen sen benimle koşmaya başladın yürüdük aletlerin oradaki çimenlerde çiçekler topladık, konuştuk. Sonra ben babanın seni beklediğini düşünerek “haydi yavrum seni babana teslim edeyim” dedim. Sen “yokk biraz daha oynayalım” dedin de ben mecburen “baban bekliyor yarın görüşürüz” dedim. Şimdi sanıyorum ki sen yaşıyorsun, okuldasın az sonra Kahire caddesinde, Lozan parkta, turan güneş bulvarında karşıma çıkacaksın.

İnan oğlum seninle bu mahalleyi bu kadar çok dolaştığımızı, gitmediğimiz tek bir park bırakmadığımızı seni kaybedince fark ettim.Her sokak, her cadde, her dükkan, her restorant, her kırtasiye hep seni hatırlatıyor ve her birinde bir hatıran saklı..

Yıldız’da gitmediğimiz Park kalmamış. Bizim güzel küçük parkımız hani şu tatile gitmeden bir hafta önce de oturmak istediğin, oturduğumuz adını da “küçük park” koyduğumuz… öğretmenler kırtasiyenin yanındaki küçük parkımız.

işte o küçük park ve oturduğun bank

O parkta elinde sürekli bir ip sallayan zihinsel engelli adam ama çocuk görüntülü sevimli insan ki her parka oturduğumuzda o da oradaydı, bakardın büyük bir merakla. Üç dört tane ağaç, üç dört bank. Ve bizim seninle oturduğumuz ortadaki park ve sen kırtasiyeden çıktığımızda kestirmeden gidelim derdin parka giden ağaçlıklı küçük belki 30 metre dahi olmayan yoldan yürürdün

Yavrum benim ben şarkılar bestelerdim sana, sen de bana.

Yukarıdaki 2016 yılındaki ses kaydı bana şarkı uyduruyorsun. Fakat benim en güzel bestem “benim oğlum…canım oğlum tatlı oğlum nereye gitmiş” ti bir gün annen dedi ki “bugün baktım Can resim yaparken kendi kendine senin söylediğin şarkıyı söylüyor benim oğlum….”bazen de dı lori lori lori” diye besteli Kürtçe bir şarkı vardı onu söylerdim genellikle de seni uyutmak için.

Birde bir gün “sokakta yürüyordum… küçük bir kız gördüm… bana bakmadı… beni tanımadı hiç ” diye bir beste yaptım mutfakta çalışırken hemencecik anında…. o gün annende bizdeydi o kadar can kulağıyla dinlemişin ki baktım “anne ” diye bağırıyorsun “Güşene kız bakmamış, tanımamış” beni bir gülme tuttu.

işte aşağıdaki resmini ve yukarıdaki bu videoyu çektiğim gün, düşünsene yavrum her şey yerli yerinde, vazo, çiçek eşyalarımızı koyduğumuz o sepet, ayna hepsi duruyor sen yaşadığında ki gibi yerli yerinde…..

04.11.2015 16;24 servisten gelişin

ciğerimin paresi….. bir tek sen yoksun sen..aynı gün seni kameraya da almışım…kamerada söz ettiği o şey hani benim hep aldığım şey okulda dağıtılan kuruyemiş paketi, küçücük poşete konulan üzüm ve fındık..

Servisten aldığımda çıkarmıştın, bazen serviste, bazen eve gelirken yolda yiyordun. Hazirandı 2016’ydı öğretmenin verdiği fındıklı üzüm poşeti çantanın en altına düştüğünden zar zor çıkardın, yemeğin hazırdı ama “ben önce bunları yiyeceğim” dedin “Çokk seviyorum Güşen bunları.” Evet severdin kuruyemişleri Migros’tan aldığımız kabuklu tuzlu fıstıkları masanın üzerine ya da sehpaya koyar açarak yerdik tuzlu parmaklarımızı da arada yalamayı unutmazdık sonra her zaman tabii boğulma yaşını geçtikten sonra küçük tabaklara koyardık dut, üzüm, fındık ceviz yemen için.

Bir keresinde okulda verilen üzümümden azıcık alıp yedim diye beni mahvetmiştin, ağlamıştın hem de nasıl “niye yedin “diye malın pek kıymetliydi güzel oğlum, kimselere vermek istemezdin ne eşyanı ne oyuncağını ne kitabını , bir şeyini başkasında görsen alırdın, Duru’ya bir masal kitabını verecektik eve gelip görünce hemen alıp geri götürmüştün. İşte “niye yedin” diye ağlamaya başlayınca bende tamam midemden çıkarırım şimdi deyince o seni susturan şaşkınlığına gülmüştüm.

Kuzum benim seninle gitti gülüşüm, seninle…O kocaman gözlerinde gördüğüm muzip bakışı kimselerde bulamıyorum yavrum. Çocuklara bakıyorum tek tek parklarda senden bir iz bulur muyum diye…

Ne garip şimdi videolarını seyrettiğimde gözlerindeki o masum bakışa, tavırlarındaki çekingenliğe keşke ben bırakmasaydım seni “Dikili’ye” tatile gitmeseydin ama kim dinlerdi ki beni kim? Garip bir ben annesi babasıyım, her şeyi bilirim tavrı değil midir bu ülkede çocukları perişan eden?

Ya da “her şeye lanet olsun, kim ne yaparsa yapsın” deyip son gün bana ki o gün 17 Haziran 2017’ydi karneni almıştın…ve o son günümüzü de geçirdiğimiz bugün sensiz Lozan ,365’de o gün aldığım oyun kartın hala duruyor…O gün Lozan’da, 365’de Smart Play de oynamak yetmemişti bize bizim evin önündeki parkta oynarken birden bana “yarın sende gel demiştin ya o an içim cız etmişti. Kopmuştu sanki kalbim … bir yumru gelip tıkanmıştı boğazıma ” “sende bizimle gel tatile” gelemem yavrum siz ailecek tatil yapın” derken sarılmıştım sana, keşke tamam bende geliyorum seninle deseydim… deseydim değiştirir miydim annenin, babanın sana yazdığı kaderi ki baban seni parkta düşürüp omuzun kırıldığında, alçıya alındığında annene mutfağınızda demiştim ki ” bugün G. doktora gitmiş. yaşlı bir kadın ona demiş ki 7 yaşına kadar bir çocuğun kaderi annen ve babasının elindedir ” hiç unutmuyorum baban bir ayağını diğer ayağının altına koymuş kanepenin kenarına kolunu dayamış vaziyette oturuyordu, birlikte babanın yanına geldiğimizde annen “bak Gülsen ne anlattı “diye mutfaktaki konuşmamızı anlatmıştı babana da.. Ama tabii bir başkasını dinlemez insanlar zira herkesin kendini diğerinden akıllı gördüğü, küçümsediği cahillikte ki bir ülkede doğmuştun oğlum..

Öyle bir ülkede doğmuştun ki yavrum; herkes bahanesi bol keşkelerin gölgesine sığınarak bulunduğu, hoşuna gitmeyen konumu, yaşamı için hep başkalarını suçlayacaktı. İnsanın bir şeyleri değiştirme yetisini küçümseyip, sıfırlayarak başına gelen her kötü olay için başkalarını suçlama “ olur mu ya bu halde olmam senin suçun” karşı çıkışıyla ters teptiğindeyse bu kez suçu Tanrıya atacak cinlikte hep mağduru oynamayı marifet sayacaklardı.

İnan oğlum bu ülkede doğmasaydın sen, şimdi yaşıyor olacaktın çünkü emniyet kemerini takmadan sana Avrupa’da, Japonya da ABD, hiç bir arabanın trafiğe çıkmasına izin verilmezdi;

Öyle de oldu yavrum, 7 yaşında kaderini ebeveynlerin ve onların danışmaları yazdı. Kader olamazdı çünkü Tanrı 7 yaşındaki bir çocuğa bu kaderi yazacak kadar acımazsız olamaz , değildir de zaten. Takdir-i ilahiyle suçun üzerine atıldığı Tanrı ölümünün taktir-i kul yüzünden olduğunu bilecek kadar tanıyordur kullarını.

28.12.2015 13;11

Ve ben “sende gel Dikili’ye ” dediğinde gözlerinde ki o yalvaran bakışlarını nedenini sonra anladım, sonra…Allahım, nasıl dayanılmaz bir acıdır bu… dayandığım… yok yok dayamaya çabaladığım…Her şey bıraktığın gibi kuzum bir tek sen yoksun sen, kalbim dayanamıyor ki sensiz kalmış parklara, sokaklara, evlere…

Sesini duymadığım günler, anlar. bu yokluğunun acısı nasıl öldürmedi beni bilmiyorum…..bu sen olmadığından her şeyin anlamsız kaldığı hayat, hayat değil bunu çok iyi biliyorum.

Seni, anlatmak istiyorum yavrum, insanlar bilsinler nasıl duygu akıl yüklü bir çocuğu, bir değeri hiç uğruna kaybettiğimizi de; çocukları hakkında karar alırken, o aldıkları kararla çocuklarının kaderlerini de yazdıklarının farkına varsınlar diye yavrum.

14/07/2017

DİĞER YAZILAR